Eski Türklerde Ev Bark Çit

Yukarıdaki resimde 690 lu yıllarda yapılan İlteriş Kağan Anıt Kabiri. Kabirin çevresini saran çit belkide tarihimizdeki ilk çit örneklerinden.

Güvenlik ihtiyacını daha iyi kavramak için kökenlerimize indiğimiz bu yazıda birçok kaynaktan alıntı yaparak mesken – ev -bark -sur ve çit kavramlarını irdeliyeceğiz.

Tarihteki en büyük güvenlik çitinin ( sur ya da settinin ) Türklerden kendilerini korumak isteyen Çinlilerin yaptığını hatırlatarak bu ihtiyacın özünü tarihimizde arıyoruz.

Bark; ulu kişilerin yattığı ve ziyaret yeri olan türbeleri ifade eder. Türkçede “Ev-Bark” terimi, aynı zamanda “Mezar Anıtı” anlamına da gelir ki, Göktürk Kağanlarının ruhlarının ikametgahı olarak görülür. İslami dönemde mezar anıtı geleneği, Kümbet ve Türbe şeklinde devam etmiştir. “Bark” ya da “Baraka”, günümüzde derme-çatma, ağaçtan yapılan ev demektir. Türkçe “Tahtalı Köy” tabiri ise, ev şekline benzeyen tahta sandukalar ve tabutlar için söylenir. (Alıntı Nuray Bilgili.)

E:v kelimesine Clauson, “dwelling place” (mesken, konut) anlamını veriyor; tam anlamının “tent, house” (çadır, ev) olduğunu belirtiyor. (Clauson, 1972: 3).
Kâşgarlı Mahmud, ew maddesinde anlamı vermeyi unutmuştur. Ancak kelime birçok yerde geçmektedir ve hepsinde de anlamı Arapça “beyt” (ev) olarak verilmektedir.

8.yüzyıldaki bengü taşlarda kelime eb biçimindedir ve anlamı “çadır ev”dir. Elbette bunu içi boş bir çadır olarak düşünmemek gerekir. Bütünmalzemesi ve eşyasıyla birlikte düşünülmelidir. Bu sebeple anlamı “çadır” değil “çadır ev” olarak vermek uygun olur. Bugünkü Kazak, Kırgız, Moğol çadırlarında olduğu gibi, yaşamak için gerekli olan her şey, yatak, halı, giyecek, kap, kacak… bunların hepsi hiç şüphesiz ilk Türk “eb”lerinde bulunuyordu. Elbette dönemin ve coğrafyanın sağladığı imkânlar ölçüsünde.


Eb kelimesinin tarihini 6. yüzyıla kadar götürebiliyoruz. Kelime, Çin kaynağı Tung Dien’de Çinceleşmiş biçimiyle i olarak geçer. Tung Dien 801 yılında yazılmış olmakla birlikte, bu kelimeyi Köktürklerin ilk dönemlerinden bahsederken vermektedir. Dolayısıyla kelimenin 6. yüzyılda geçmiş olduğunu düşünebiliriz.

Tung Dien’de şöyle deniyor: “Sıralamada Ye-hu’dan (Yabgu) daha aşağıda yer alan kağanlar da vardı. Evde kalan büyük ailelerin, yani memur olmayan ailelerin birbirlerine İ Kağan dedikleri de görülüyordu.” Türkler “mekân (ya da ev) için İ (Eski T’u-küeçe: eb – ev)4 sözcüğünü kullanıyordu. Yani bu unvan mekân (ya da ev) kağanı anlamına da geliyor.” Görüldüğü gibi Çince i biçiminin Eski Türkçedeki karşılığının eb “ev” olduğunu Liu da belirtmiştir.


Üzerinde duracağım üçüncü kelime bark’tır. Bengü taşlardaki bark sözü, eb ile birlikte kullanıldığı zaman, genellikle bu kelime ile eş anlamlı kabul edilmiş ve iki kelime “ev bark” şeklinde bugünkü dile çevrilmiştir. Clauson ise bark sözüne “movable property, household goods” (taşınabilir mal, ev eşyaları) anlamını vermiş ve kelimenin kökünü “perhaps” (belki) kaydıyla ba:r olarak kabul etmiştir. Kelime tek başına kullanıldığı zaman Clauson’a göre “Xağan’s tombs” (hakan mezarları) anlamındadır (Clauson, 1972: 359). Bark sözünün, tek başına kullanıldığında, bengü taşın da bulunduğu anıtlıktaki kapalı mekânı ifade ettiği açıktır. Ancak bunun mezar veya türbe olduğu söylenemez. Çünkü bugüne kadar yapılan kazılarda bu alanlarda herhangi bir ceset izine rastlanmamıştır. O hâlde bark, adına yapıldığı kişiye ait resim ve heykellerin bulunduğu bir tür kutsal mekândır.
Bengü taşlarda bar ve bark kelimeleriyle ilgili olabilecek bir söz daha var: barım. Genellikle “mal, mülk, servet” anlamında. Clauson bunu da ba:r kelimesinden türemiş bir isim kabul ediyor (Clauson, 1972: 366).

Clauson’un bark ve barım kelimelerini bar “var” köküne dayandırması bence de doğrudur. Ancak ben barın- türevini de dikkate alarak bar ile barım arasında farazi bir *bar+ı- fiilinin de olduğunu düşünüyorum. Bu kelime, DLT’deki “gider görünmek” anlamında olan fiil değildir; Batı Türkçesinde 14. – 15. yüzyıllarda tanıklanan “geçinmek” anlamındaki barın-‘dır (Tarama Sözlüğü I 1963: 401) ve bence bar- fiilinden değil, bar+ isminden gelmektedir: bar+ı-n-. Bugünkü Türkiye Türkçesinde “bir evde yaşamak, kapalı bir yere sığınmak” anlamındadır. Bu anlam, kelimenin bark ile akrabalığını daha açık göstermektedir. Bark kelimesi de büyük ihtimalle bar+ı- fiilinden gelmektedir: bar+ı-k >bark. Ev ve şehirle ilgili bir kelime üzerinde daha durarak konuya son vereceğim.

Tām kelimesi. Kelime Köl Tigin bengü taşının Güney-Doğu yüzünde “duvar”
anlamında geçer: Yigirmi kün olurup bu taşka, bu tamka kop Yol(l)ug Tigin bitidim “Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvarlara hep Yollug Tigin; {ben} yazdım.” (Ercilasun 2016: 541). DLT’de tām kelimesine “duvar” (Arapça cidâr) anlamı verilir. Ancak ükeklig kelimesi verilirken “burçları olan sura da ükeklig tām denir.” kaydının bulunması, 11. yüzyılda kelimenin “sur” anlamını da taşıdığını göstermektedir (Ercilasun – Akkoyunlu 2014: 412, 79). Bilinen ilk kullanımı, 8. yüzyıla kadar uzanan tām kelimesi de ev vb. yapılarla ve surlarla çevrili şehirlerle Türklerin en eski dönemlerden beri aşina bulunduğunu gösterir.

Sonuç olarak şehir ve meskenle ilgili en eski kelimeler de, efsane ve ilk tarihlerin verdiği haber ve bilgiler de eski Türklerin, çadır evler kullanarak konar göçer bir hayat tarzına sahip olduklarını; fakat başlangıçtan itibaren şehirlere, toprak ve taştan yapılan evlere de tamamen yabancı olmadıklarını; hatta böyle ev ve şehirlerde de yaşadıklarını göstermektedir. http://www.tdbb.org.tr/tdbb/wp-content/uploads/2019/09/MESKEN-net.pdf

Eski Türkler, yaz aylan için zaruri olan yaylak hayatı dışında, kışın barınmak özere evler inşâ ediyorlardı. Asya Hunlannın kurban sunmak üzere binalar da yaptıklarını kaydeden Çin kaynaklarına göre, Gök-Türk hakanlarının sağlam meskenlerden kurulu merkezleri vardı605. Esasen Türk hükümdarlarının biri yaylaklarda, öteki vadilerde, su kıyılarında olmak üzere iki merkezleri bulunurdu ve ikincisi evlerden kurulu iskân yerleri idi: Motun’un, Long veya Liong veya Lung (=Ongin ırmağı üzerinde) ve Orhun havalisinde (yazlık), tlteriş’in Çoğay (yazlık), Karakum606 (kışlık), İste-mi’nin Ek-dagfa (yazlık), Işık gölü yanında (kışlık), Tong-Yabgu’nun Tokmak (kışlık), vb… II. Gök-Türk hakanlığı kışlık başkentinin Orhun kitabelerim» bulunduğu yerde şehir hâlinde olması mümkündür607. Zira mâhiyetini iyi bildiğimiz bu hâtıraların dağ başlarına, ıssız yerlere dikilmesi bir mâna ifade etmezdi. Bundan başka, kitabelerde zikredilen iskân mahallerinden Amga-Kurgart bir kale olmakla beraber, Toğu-balık herhalde bir şehir idi608. Uygurlar tarafından kurulan (Moyen-çor zamamnda, 747-759) Ordu-balık (Kara-balga&un yanında) şehrinin bazı kalıntıları mevcuttur . Hazarların Bekncer ve Semender adlı şehirlerinden bahsetmiştik (bk. yk. Tarih). Başkent İtd-Hunbütig hakkında islâm kaynakları (İbn Rusta, tstahrî, İbn Fad-Uuı, el-Mesûdf vb.) geniş bilgi vermişlerdir 61 . İtil Bulgarlarının başkenti ünlü Bulgur şehrinin harabeleri bulunmuştur. Tuna Bulgar şehirleri arasında, sarayları ve su tesisleri ile bilhassa iki tanesi meşhurdur: Pliska ve Preslav (Pereyaslav)611. Fakat ne Çinli ve Soğdlulara yaptırıldığı bildirilen diğer bir Uygur kasabası Bay-balık “tan, ne de Doğu Gök-Türklerine âit şehirlerden bir iz kalmamış gibidir. Bunun sebebi, belki eski Türkçe’de şehir mânasındaki TMÜİJİ sözü ile açıklanabilir. Bu kelime, aslında, “bal-” kökü ile (krş.balçık), bir nevi toprak ifade etmektedir613. Demek ki, Türklerin kurdukları kasabalarda binalar daha çok çamur-toprak (kerpiç) ile yapılıyordu. İhtimal senenin ancak bir kısmında kullanılan bu meskenlerin sağlam olmasma pek ehemmiyet verilmiyordu. Asya Hunlannın, evlerini “dövübnüf topraKKuk yaptıklarına Çin kaynaklarında işaret edilmiştu‘4. Ayrıca, eski Türklerin ahşap meskenler yapmayı tercih ettiklerine dair deliller çoktur. Hazarların evleri hep ahşap615 olup, yalnız hakan sarayı ile Şarkel Maksi taş ve tuğladan yapılmıştı616. Volga Bulgarlarının evleri de ahşap idi17.

Hattâ eski Türkler, Asya Hunlanndan Batıda Avarlara kadar, şehir surlarını bile ahşap (kalın ağaç kütüklerinden çit şeklinde) inşâ ediyorlardı. Kül Tegin bark’ınm duvarları “sıkıştırılmış” topraktan yapılmış, Uygur hakanı Moyen-çor, Kem ırmağı (Yenisey) üzerinde inşa ettirdiği taht sarayı (Ordu-örgin) “çit” ile çevirtmişti.


Bulgar şehrinin etrafı da meşe kalaslarla çevrilmişti*20. Attilâ’nın Orta Macaristan’daki başkenti, küçük ve büyük sarayları, halka âit evler, askerî garnizonlar, silâh ve erzak depoları ile baştan başa ahşap yapılardan ibaretti .

Attilâ’nın ve hanımının gümüş ve altın levhalar kaplı sütunlarla salonlara ayrılmış, tahta oyma süsleri ile bezeli; masalar, iskemleler, dolapların bulunduğu saraylarını anlatan Priskos, bîr de Romalı ustalara yaptırıldığını söylediği hamamdan bahseder. Bu münasebetle zikredelim ki, Türklerde eskiden beri yıkanma yaygın bir âdet idi. Çin kaynaklarında ve İbn Fadlan’da Türk kavimlerinden bazılarında giyilen elbisenin yıpranıncaya kadar çıkarılmadığına dair olan kayıtlar mübalâğa sayılmalıdır. Bu esasen beden sağlığı yönünden imkânsız olduğu gibi, yine aynı Çin kaynaklan meselâ bir Hun boyunun (Yüe-pan’lar) fertlerinin günde üç kere yıkandıkları ve bir nevi “kola” kullanarak, saçlarını temiz ve parlak tuttuklarım yazarlar 622.


Diğer taraftan aynı şekilde İbn Fadlan’ın ırmaklarda hem de ka-dmerkek
bir arada yıkandıklarını bildirdiği İtil Bulgarlarının ve Hazarların hamamları da vardı 624. Tuna Bulgarları, Hristiyanlığın kabulünden iki yıl
sonra (866’da) Papa Nikolaus I’e başvurarak, rahiplerin onlara haftada iki gün (çarşamba, cuma) yıkanmayı yasaklamalarından şikâyet etmişlerdi .


Priskos’un bahsettiği hamam da aynı geleneğin bir şahididir. Eski Türklerde
yalnız siviller için değil, ordularda da seyyar hamamlar (çerge) vardı ve bu
usûl Bizans’a da geçmişti İdarî rejimlerinde derebeylik (feodalite) mevcut olmadığından ülkelerinde de “şato” tipi yapılara rastlanmayan eski Türkler, nâdir de olsa, surlu şehir de yaptırmışlardır. Meselâ, Hun tanhusu Çi-çi’nin M.Ö. 36’da Çinliler tarafından yıkılan başkenti böyle idi .

Ayrıca Hunlar Kan-su’da Gu-tsang (Kan-çou) adlı bir şehir kurmuşlardı. Burası Hun başbuğu Liu Yüan (ölm. M.S. 310) zamanında inşâ edilmiş ve inşâ biçiminden dolayı, Çinlilerce “Yatan Ejder şehri” diye anılmıştır 628. İtil şehrinin 4 kapılı bir suru vardı629. Fakat Bozkırlı Türkler umumiyetle surla kapalı şehirlerden hoşlanmamışlar-dır630, çünkü, kendilerine en tabiî gelen yaşayış tarzına aykırı idi. Bilge Ka-gan’ın memlekette “Çinliler gibi şehirler kurma” teklifini, Türklerin artık”göçebelikten şehirlileşmeye doğru ileri bir adım ifade eden belirti” şeklinde yorumlama651 yerinde değildir. Kendi kültürleri ile mağrur oldukları ve o kültürü yaşatmanın gerekliliği şuuru içinde bulundukları bütün vesikaları ile bilinen Gök-Türklerin (meselâ, hakan İşbara’nın mektubu, bk. yk. s. 100), bugünkü Batı medeniyetinin tesiri sonucu olarak üstün saydığımız bir yabancı
kültüre (köylü) geçmek gibi bir niyetleri yoktu. Aksi hâlde Türkler bu
arzularını Gök-Türkler’den asırlarca önce gerçekleştirebilirlerdi. Tanhu Motun zamanından beri kendilerini, hayat şartlarına ve telâkkilerine uymayan Çin “köylü” kültürüne kaptırmamak hususunda gösterdikleri uyanıklık bunun delilidir . Yukarıda zikredilen Türk şehirleri de “yerleşik” hayat özentisinin mahsûlü değildi. Esasen sadece istek ile de şehir kurulamazdı. Bunun için kesif ziraî kültüre ve dolayısiyle önce köylerin teşekkülüne ihtiyaç vardı. Halbuki, köy grupları biçiminde iskân, Türklerde görülmemektedir. Kaynaklarda Oğuz, Hazar, Peçenek ve İtil-Bulgar ülkelerinde, şehre çekirdek teşkil edecek mânada, “koy” bulunmadığı bilhassa belirtilmiştir633. Ne Asya, Avrupa Hun topluluklarında, ne Gök-Türklerde Türkler köylü durumunda değillerdi634. Bununla beraber, yukarıdakiler gibi, mevcut imkânlar dolayısiyle sonradan şehir halinde gelişen -plânı muayyen eski Roma ordu karargâhlarına benzer- askerî mâhiyette kaleler ve şehir-kale (»hisar. Türkçe:kermen)’ler Türklerde mevcut olmuştur. Meselâ Gök-Türkler çağında, harabeleri hâlâ da görülen Çargelan, Çumpal, CaUüvar, Atbaş, Sırdakbeg (veyaKoyungar-başı), Manakeldi vb. kaleleri635 Tanrı Dağlan ve daha ziyâde Işık göl dolaylarında sıralanmış olup, stratejik olduğu kadar, İpek-yolu üzerinde bulunmaları sebebi ile ticarî yönden mühim müstahkem mahali erdi.


Fergane’de Pençikent’te Gök-Türk devri harabelerinin rastlandığı bölgelerde bunların askerî değerde daha birçok benzerleri bulunuyordu. Aşpara, Kayında, Şiştübe, Aksu, Ak-tepe, Tölek, Sukuluk, Cul (veya Cilank), Çumış, Sarig, Yakaltg kale-şehirleri ve daha birçok kervansaray ve küçük kasaba, daha eski çağlarda kurulmuş ve Gök-Türk çağında gelişip Karluklar zamanında ehemmiyeti devam eden yerlerdi636.
Hazarlarda Şarkel kalesi müdafaa için kurulmuştu. Tuna Bulgarlarının
Püska ve Preslav şehirleri de aslında birer kale idi637. İtil ve Bulgar şehirlerinin ticarî önemini söylemiştik. Tıpkı buraları gibi birçok Oğuz şehirleri de; Karacıık, Süt-kent, Altun-tepe, Yengi-kent, Çuy-tepe, Savran, Sayram, Karnak, Turtkul-tepe, Cend, Suğnak, İskan, Çardan, Bayır-kum, vb. 10. asırda kurulmuş, yine yol güzergâhında ve ticarî yönden faal merkezlerdi . Çünkü ticaret meselesi Bozkır Türk devletinin üzerine eğildiği bir siyaset çizgisi idi. (TürkMilliKültürü Kitabından alıntıdır.)